Burak Özyürek Midnight in Paris filmini yorumluyor…



“Woody Allen’in kendine has dokunuşları, filmi 

olağanüstü hale getirmiş.”

Wooddy Allen’in yazıp yönettiği filmde, evlenmek üzere olan Gil (Owen Wilson) ve Inez’in (Rachel McAdams) küçük bir tatil için geldikleri Paris’te başlarına gelen komik olaylar anlatılıyor. “Komik olaylar” diyorum çünkü işin içinde Woody Allen olunca, onun o kendine has dokunuşları, filmi olağanüstü hale getirmiş.


Konudan kısaca bahsedeyim; Gil ve Inez’in çıktıkları bu küçük tatil, eğlenceden başka bir şey değilken, Gil’in bir gün kendisini Paris sokaklarına atmasıyla macera başlıyor. Gil’in bu süre boyunca başından geçen doğaüstü olaylar, onu bu şehre ve işine (arkadaş senaryo yazarı da) daha da bağlarken, bizlere de keyifli anlar yaşatıyor.


Daha fazla anlatırsam izlemenize gerek kalmayabilir. 🙂

Ayrıca, 64. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Midnight in Paris, edebiyat ve sanatseverlere Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Salvador Dali, Pablo Picasso gibi daha birçok ismi tanıma şansı veriyor.

Eğer Midnight in Paris’i izlemediyseniz kesinlikle izlemenizi öneriyorum. Hatta izlediyseniz bile bi’daha izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

İyi seyirler…


Fragmanı izlemek için tıklayın.



Burak Özyürek
Facebook
Twitter

6 Yeni Film Vizyonda!

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ
Hasan Tolga Pulat’ın yönettiği ve Buğra Gülsoy, Nesrin Cavadzade, Uğur Polat ile Feride Çetin’in oynadığı “Güzel Günler Göreceğiz” filmi, dram sahneleriyle sinemaseverlerin ilgisine sunulacak. 

Filmde, 5 farklı karakterin günlük hayatta kesişen yolları ve farkında olmadan birbirlerinin hayatına müdahaleleri anlatılıyor. Bir günlük zaman dilimi içinde geçen film, geriye, şimdiye ve ileriye atlanarak ilerliyor.

Fragmanı izlemek için tıklayın.

EŞ RUHUMUN EŞ ZAMANI
Şanal Günseli’nin yönettiği ve Musa Uzunlar, Aylin Kabasakal, Uğur Çavuşoğlu ile Zeynep Utku’nun oynadığı “Eş Ruhumun Eş Zamanı” filmi, dram sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak.

Filmin konusu şöyle:
“Hayatlarında aynı şeyleri yaşayan bir kadın ve bir erkek. Evleniyor, boşanıyor ve bir oğulları oluyor. Geçmiş korkularının gölgeleri onları hep izliyor ama onlar yılmadan, pes etmeden umutla yollarına devam ediyor. Bir süre sonra kendilerini bir masal dünyasının içinde buluyorlar.”

Fragmanı izlemek için tıklayın.

SHAME
Steve McQueen’in yönettiği ve Michael Fassbender, Carey Mulligan, Lucy Walters ile Mari-Ange Ramirez’in oynadığı “Shame” filminin konusu şöyle:

“Michael Fassbender, 30’lu yaşlarında cinsel dürtülerine hakim olamıyor. Brandon’ın iş, ev ve barlardan ibaret tekdüze hayatı, fahişeler ve porno filmler arasında geçmektedir. Dik başlı kız kardeşi Sissy, birkaç gün kalmak için evine gelince hayatı birden rayından çıkar.”

Fragmanı izlemek için tıklayın.

WE NEED TO TALK ABOUT KEVIN
Lynne Ramsay’ın yönettiği ve Tilda Swinton, John Reilly, Ezra Miller ile Jasper Newell’ın oynadığı “We Need To Talk About Kevin” filmi, gerilim sahneleriyle sinemaseverlerle buluşacak.

Filmde, Kevin, 16. yaş gününden birkaç gün önce affedilmez bir şey yapınca annesi Eva, oğlunu sevip sevmediği, oğlunun eylemlerinden sorumlu tutulup tutulamayacağını kendine sormaya başlar. Yalnızca keder ve suçluluk değildir hissettiği, toplumun ona karşı tutumu da onu zorlar.

Fragmanı izlemek için tıklayın.

WAR HORSE
Steven Spielberg’in yönettiği ve Emily Watson, David Thewlis, Peter Mullan ile Niels Arestrup’un oynadığı “War Horse” filminin konusu şöyle:

“Joey, Albert’in babası tarafından bir İngiliz süvarisine satılır ve cepheye gönderilir. Joey, karşılaştığı herkesin hayatını etkiler ve değiştirir. Joey’i unutamayan Albert, arkadaşını bulup eve getirmek amacıyla Fransa’daki savaş meydanına gitmek üzere evden ayrılır.”

Fragmanı izlemek için tıklayın.

UNDERWORLD AWAKENING
Mans Marlind ve Björn Stein’in yönettiği ve Kate Beckinsale, Stephen Rea, Michael Ealy ile Theo James’in oynadığı “Underworld: Awakening” filmi, korku ve gerilim sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak.

Filmde, Selene ile sevgilisi Michael’ın vampirlerin atası Marcus’u ortadan kaldırmasının üzerinden 15 yıl geçer. Aradan geçen zamanda Vampir ve Lycan klanlarından haberdar olan insanoğlu her iki türü de ortadan kaldırmak için seferberlik ilan eder. Bu soykırım sürecinde ele geçirilen Selene, 10 yıldan fazla bir süre sonra uyanır ve Antigen’e karşı intikam savaşına girişir.

Fragmanı izlemek için tıklayın.


Ayşegül Sevgi, Zenne filmini yorumluyor…

“İmkânsızın şarkısı tadındaki bir dostluk hikâyesi…”



2011 yapımı, dram ve biyografi türündeki Zenne; birkaç yıl önce cinayete kurban giden Ahmet Yıldız’ın gerçek hikâyesini anlatmaktadır.

Cinsel kimlik, ordu, din, toplumsal baskı ve ailelerin tutumu gibi konularda, insanların görmezlikten geldiği yaralara parmak basan Zenne’de; Alman fotoğrafçı Daniel, zennelik yapan Can ve doğulu muhafazakâr bir ailenin çocuğu olan Ahmet’in imkânsızın şarkısı tadındaki dostlukları başarılı bir şekilde işlenmiştir.



Bu arada, Ahmet karakterini canlandıran Erkan Avcı’nın 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü aldığını da atlamayalım.

Dünyaya at gözlükleri ile bakan kişilerin beğenmeyeceği bir film olduğunu en başından belirtmek isterim. Ancak insanları olduğu gibi kabul edip, saygı duymanın mükemmeliyetinin özetlendiği bir film izlemek isteyenlere ise; sonuna kadar tavsiye edebileceğim cesur bir filmdir. Cinsel kimliğimizi seçme şansımız olmamasına rağmen, kiminin canlı yayında dahi aleni bir şekilde eşcinsel olduğunu söylemekten çekinmediği kiminin ise bir ömür saklamak zorunda kaldığı, asla toplum içerisinde gerçek bir ben olamadığı eşcinsellik konusu, toplumumuzda ne yazık ki çifte standardın en somut örneklerinden birisidir.



Filmi izlerken yer yer karakterler arası bağlantıda zorluk çekebilirsiniz, ama buna rağmen ufak tefek hatalara takılmak yerine filmin bütününü ele alarak, vermiş olduğu sosyal mesaj ve oyuncuların başarısından dolayı izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler…




Ayşegül Sevgi

Ayşegül Sevgi, Labirent filmini yorumluyor…

“Tolga Örnek, son iki filmdeki başarısını Labirent ile taçlandırmış gözüküyor…”


Devrim Arabaları ve Kaybedenler Kulübü’nün yönetmeni Tolga Örnek’in üçüncü filmi olan Labirent’ten bahsedelim bugün. Tolga Örnek, diğer iki filmdeki başarısını üçüncü filmi Labirent ile taçlandırmış gözüküyor.

Film, konu bazında baktığımızda Mahsun Kırmızıgül filmlerinden New York’ta Beş Minare’yi
çağrıştırıyordu. Şöyle de bir su götürmez gerçek var ki bana kalırsa, New York’ta Beş Minare filmi çok daha başarılıydı. Peki, Labirent’i Hollywood filmleri ile kıyaslamak ne kadar doğru? Bu gerçekten tartışılır bir döngü diye düşünüyorum. Bir Türk filmi olarak baktığımızda ise klişeleşmiş konusuna ve New York’ta Beş Minare kadar yüksek bütçesi olmamasına rağmen, oyunculukların hat safhada başarılı olduğunu söyleyebilirim. Ancak yer yer mantık hatasına düşüldüğü ve bunun da izleyicinin gözünden kaçmadığı oldukça açık…
Filmi izleyen birçok kişinin gülüp geçtiği şu an iki nokta var ki birincisi, Meltem Cumbul’un işkenceden sonra operasyona katılıp başarılı ajan profilinden ödün vermemiş olmaması. Diğeri ise filmin sonunda uluslararası bir operasyona iki polisin gitmesi hangi aklın ürünüdür, diye insan düşünmeden edemiyor. Bu arada Meltem Cumbul’un ajan karakterine rağmen merkezde topuklularıyla kadın kadın hallerinden vazgeçmiyor olması da gözlerden kaçmış değil… Son olarak Labirent, arşivimizde saklayabileceğimiz bir yapım diyebilirim.

Ayşegül Sevgi