Haftanın Film Önerisi

Haftanın filmi, Michael Lewis’in The Blind Side: Evolution of a Game isimli romanından uyarlanan The Blind Side.

“Ailecek izlenebilecek bir film.”

Fakirlikle mücadele eden, ailesi darmadağın olmuş, birazcık iricene bir çocuk olan Michael Oher’ın koleje başlaması ile baştan sona değişen hayatını sımsıcak bir hikaye olarak beyaz perdeye taşımışlar. 
Film, Michael’in gerçek hikayesinden yola çıkarak çekilmiş. Sandra Bullock her zaman olduğu gibi efsane bir oyunculuk sergilemiş. Hani bir hafta sonu ailecek izlenebilecek bir film arıyorsanız hiç düşünmeden size bu filmi önerebilirim. Filmi izlerken koca Mike’nin kalbinin ne kadar büyük olduğuna, anne Sandra Bullock’un da şefkatine ve güvenine kayıtsız kalamayacaksınız. Ben, sanki bir kamera önünde oynamalarından ziyade hikayeyi yaşamışcasına samimi buldum. Dilerim ki koca Mike’leri bizim ülkemizde de Sandra Bullock gibi anneler bulur. İyi seyirler.
Fragmanı izlemek için tıklayın.
Ayşegül Sevgi
Twitter
Blog

Ayşegül Sevgi’den Berlin Kaplanı Yorumu

Ata Demirer’in son filmi Berlin Kaplanı, vizyona girdiği günden beri başarılı bir grafik çizdi. Peki Berlin Kaplanı, Ata Demirer’in eski filmleri kadar başarılı olabilecek mi ya da onlar kadar iyi mi? Filmekstra yazarı Ayşegül Sevgi’den Berlin Kaplanı eleştrisi…

  

“Bazen büyük beklentiler 
hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir.”

Ayhan Kaplan (Ata Demirer) hayatını Almanya’da boksörlük ve badyguard’lık yaparak itham ettiren birisidir. Lakin bir dönemin efsane boksörü olan Ayhan, kariyerinde ciddi anlamda düşüş yaşamakta, buna bağlı olarak da antrenörü Cemal (Tarık Ünlüoğlu) ile zor günler geçirmektedir. Bu kötü günleri geride bırakmak için akıllarına gelen fikri uygulamaya koyan ikiliyi birçok sürpriz beklemektedir.

Filmi, gerek birlikte izlediğim gerekse sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla kimse yeteri kadar beğenmemiş. Ata’dan ben dahil olmak üzere hepimiz Eyvah Eyvah serisinde olduğu kadar iddialı bir yapıt beklediğimiz için hayal kırıklığı yaşadık. Güldürdü mü? Evet güldürdü. Yeteri kadar mı? İşte bu noktada sanıyorum ki herkes “hayır” cevabını verecektir. Fakat ne derler bilirsiniz; “yiğiti öldür hakkını yeme.”

Ata, Alman aksanını çok ama çok başarılı kullanmış. Bir de buna bedenini ve giyim tarzını doğru kullanmak eklenince gerçekten oyunculuğunu konuşturduğunu göreceksiniz. Bence Berlin Kaplanı, Ata’nın Osmanlı Cumhuriyeti filminden iyi, Eyvah Eyvah filminden ise biraz kötü.

İnsanız işte, önceki filmleri ile ne yazık ki kıyaslıyoruz, yahut beklentiler oluşturuyoruz. Doğru mu yapıyoruz? İşte bundan emin değilim. Yani bu sorunun cevabı öznel olmak ile birlikte tam bir muamma.

Son olarak Ata’nın yeğenini izlerken “tıp demiş burnundan düşmüş, başarılı bir cast seçimi olmuş” dediğinizi duyar gibiyim =)

İyi seyirler, sevgiler. 

 

Ayşegül Sevgi

Oscar’lar Sahiplerini Buldu!

84. Akademi Ödülleri, Kodak Tiyatrosu’nda düzenlenen muhteşem bir törenle sahiplerini buldu. Ayşegül Sevgi’nin kalemiyle 84. Akademi ödülleri…



Sinemanın en prestijli ödüllerinden birisi olan Oscar ödül töreninde her zaman olduğu gibi yine şıklık yarışı vardı. Los Angeles’taki Kodak Tiyatrosu’nda Billy Crystal’in sunuculuğunu yaptığı 84. Oscar töreninde, benim merakla beklediğim ve favori önceliğim olan tek isim Angelina Jolie idi. Beklediğime de değmişti. Efsane Versace elbisesinin içinde Angelina, Brad Pitt ile birlikte göz kamaştırıyordu.


Angelina Jolie gibi merakla beklediğim bir kaç isim daha vardı bunlar; Penelope Cruz (Armani), J&Lo (Zuhair), Sandra Bullock (Marchesa), Cameron Diaz (Gucci).


Benim ters köşe olduğum bir diğer isim ise Louisvuitton marka kıyafeti ile Michelle Williams’tı. Kırmızı halıda, kırmızı tonlarında elbise ile törene adını yazdırmak kolay olmasa gerek lakin Michelle bunu başaran ender isimlerden birisidir.


Ve karşınızda gecenin Oscar alan tüm isimleri:

En İyi Film: The Artist
En İyi Yönetmen: Michel Hazanavicius / The Artist
En İyi Kadın Oyuncu: Meryl Streep / The Iron Lady
En İyi Erkek Oyuncu: Jean Dujardin / The Artist
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Octavia Spencer  / The Help
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christopher Plummer  / Beginners
En İyi Yabancı Film: A Separation / İran
En İyi Görüntü Yönetmeni: Robert Richardson / Hugo
En İyi Sanat Yönetmeni: Dante Ferretti, Francesca Lo Schiavo / Hugo
En İyi Kostüm Tasarımı: Mark Bridges / The Artist
En İyi Makyaj: Mark Coulier / The Iron Lady
En İyi Kurgu: Angus Wall, Kirk Baxter / The Girl with the Dragon Tattoo
En İyi Ses Kurgusu: Philip Stockton ve Eugene Gearty / Hugo
En İyi Belgesel: Undefeated
En İyi Animasyon: Gore Verbinski / Rango
En İyi Görsel Efekt: Hugo
En İyi Orijinal Müzik: Ludovic Bource / The Artist
En İyi Şarkı: Bret McKenzie / The Muppets
En İyi Uyarlama Senaryo: Alexander Payne, Nat Faxon, Jim Rash / The Descendants
En İyi Orijinal Senaryo: Woody Allen  / Midnight in Paris
En iyi Kısa Film: Terry George / The Shore
En İyi Kısa Belgesel: Daniel Junge / Saving Face
En İyi Kısa Animasyon: The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore

Hugo, 5 dalda ödül alıp gecenin filmi olmuşken, ben The Hangover 3’ün çekilecek olmasının haberi ile bir hayli memnun olmuştum. Filmi izlemeyeniniz varsa ve komedi türü filmleri de seviyorsanız hiç kaçırmayın hemen izleyin derim.


Ve son olarak bilen bilir, Angelina Jolie kolay kolay dergiler için kapak olmaz. Vogue Türkiye için Mart sayısında olduğunu dün gece yarısı Oscar törenini izlerken ögrenip mutlu olanlardanken, Twitter Vogue Türkiye hesabında kapağın paylaşılması ile mest oldum diyebilirim. Bunun için Vogue Türkiye’ye teşekkür ederim. Twitter demişken, TT’ler bence geç oluştu ama  bir açıldı pir açıldı demekte mümkün tabi. 






Ayşegül Sevgi

Ayşegül Sevgi, Zenne filmini yorumluyor…

“İmkânsızın şarkısı tadındaki bir dostluk hikâyesi…”



2011 yapımı, dram ve biyografi türündeki Zenne; birkaç yıl önce cinayete kurban giden Ahmet Yıldız’ın gerçek hikâyesini anlatmaktadır.

Cinsel kimlik, ordu, din, toplumsal baskı ve ailelerin tutumu gibi konularda, insanların görmezlikten geldiği yaralara parmak basan Zenne’de; Alman fotoğrafçı Daniel, zennelik yapan Can ve doğulu muhafazakâr bir ailenin çocuğu olan Ahmet’in imkânsızın şarkısı tadındaki dostlukları başarılı bir şekilde işlenmiştir.



Bu arada, Ahmet karakterini canlandıran Erkan Avcı’nın 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü aldığını da atlamayalım.

Dünyaya at gözlükleri ile bakan kişilerin beğenmeyeceği bir film olduğunu en başından belirtmek isterim. Ancak insanları olduğu gibi kabul edip, saygı duymanın mükemmeliyetinin özetlendiği bir film izlemek isteyenlere ise; sonuna kadar tavsiye edebileceğim cesur bir filmdir. Cinsel kimliğimizi seçme şansımız olmamasına rağmen, kiminin canlı yayında dahi aleni bir şekilde eşcinsel olduğunu söylemekten çekinmediği kiminin ise bir ömür saklamak zorunda kaldığı, asla toplum içerisinde gerçek bir ben olamadığı eşcinsellik konusu, toplumumuzda ne yazık ki çifte standardın en somut örneklerinden birisidir.



Filmi izlerken yer yer karakterler arası bağlantıda zorluk çekebilirsiniz, ama buna rağmen ufak tefek hatalara takılmak yerine filmin bütününü ele alarak, vermiş olduğu sosyal mesaj ve oyuncuların başarısından dolayı izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler…




Ayşegül Sevgi

Ayşegül Sevgi, Labirent filmini yorumluyor…

“Tolga Örnek, son iki filmdeki başarısını Labirent ile taçlandırmış gözüküyor…”


Devrim Arabaları ve Kaybedenler Kulübü’nün yönetmeni Tolga Örnek’in üçüncü filmi olan Labirent’ten bahsedelim bugün. Tolga Örnek, diğer iki filmdeki başarısını üçüncü filmi Labirent ile taçlandırmış gözüküyor.

Film, konu bazında baktığımızda Mahsun Kırmızıgül filmlerinden New York’ta Beş Minare’yi
çağrıştırıyordu. Şöyle de bir su götürmez gerçek var ki bana kalırsa, New York’ta Beş Minare filmi çok daha başarılıydı. Peki, Labirent’i Hollywood filmleri ile kıyaslamak ne kadar doğru? Bu gerçekten tartışılır bir döngü diye düşünüyorum. Bir Türk filmi olarak baktığımızda ise klişeleşmiş konusuna ve New York’ta Beş Minare kadar yüksek bütçesi olmamasına rağmen, oyunculukların hat safhada başarılı olduğunu söyleyebilirim. Ancak yer yer mantık hatasına düşüldüğü ve bunun da izleyicinin gözünden kaçmadığı oldukça açık…
Filmi izleyen birçok kişinin gülüp geçtiği şu an iki nokta var ki birincisi, Meltem Cumbul’un işkenceden sonra operasyona katılıp başarılı ajan profilinden ödün vermemiş olmaması. Diğeri ise filmin sonunda uluslararası bir operasyona iki polisin gitmesi hangi aklın ürünüdür, diye insan düşünmeden edemiyor. Bu arada Meltem Cumbul’un ajan karakterine rağmen merkezde topuklularıyla kadın kadın hallerinden vazgeçmiyor olması da gözlerden kaçmış değil… Son olarak Labirent, arşivimizde saklayabileceğimiz bir yapım diyebilirim.

Ayşegül Sevgi